Kömen
Analım Tunga Er efsanesini; Duyalım geçmişin erkek sesini. Bürüyüp Tanrıdağ’ın çevresini Yine Gök Türk olalım, El kuralım. Ötüken-Yış durak olsun da bize Yürüsün ordular ordan denize. Çinli baş vermezse, gelmezse dize Kağanın buyruğu vardır: Vuralım. Anlatılmaz, yüce bir erdem olan Bu akınlarda bulunmaz yorulan. Günü geldikçe de bizden sorulan Kan ve can vergisi olsun... Verelim! Ülkü uğrunda gönüller delidir. Kişiler ülkü için ölmelidir. Tanrı’nın insana değmiş elidir Şu ölüm adlı güzel şey... Saralım. Hiç düşündün mü niçindir yaşamak? Bir görev yapmak içindir yaşamak. Er kişiysen görevin neyse, başar. Zevke, eğlenceye hayvan da koşar. Görüyorsun nice havan yığını Ki yapar sadece hayvanlığını. Fakat onlar bile kendince yine Tükürürler Kardeş’in itlerine. O nasıl olmalı bir ruhu ölü, Ya da bir canlı, fakat kahpe dölü Ki sanar durduğu yer it inidir, Oysa bir şanlı şehitler sinidir. O fuhuş uzmanı çikletli dişi, Dişinin en kötü, en köhnemişi, Kaplamış ruhunu çirkef yosunu, Hiç umursar mı şehit ordusunu? Var mıdır onca tivistin ötesi? Adı üstünde: Köpek sosyetesi! Yok sayıp sen de bu ruhsuz sürüyü Kılavuz yap ebedi Gök Börü’yü. Çıkarıp Ergenekon’dan ulusu Türk’ü kılsın yine dünya ulusu. İzleyip Gök Börü’nün gölgesini Gezelim gel o Kömen ülkesini. Gönlümün özlemi yerdir orası, Gürler ufkunda yiğitlik borası. Orda erdem gözükür, başkası çıkmaz alana. Kapanıktır kapılar her kovu, her bir yalana. Orda erler: Kimi arslan, kimi pars’ın eşidir. Orda kızlar: Güneşin kendi, ayın onbeşidir. Uğramaz ufkuna asla o yerin yüz karası; Orda yoktur ne siyaset, ne fikir maskarası. Yaşamaz öyle bir ortamda küçüklük, kötülük; Bir alaydan daha üstün savaşır orda bölük! Sungurun uçtuğu yerlerde barınmaz yarasa; Ve bütün dirliğin üstünde yürür sade yasa... Bir düşün başların üstünde kağanlık tuğunu, Ruh duyar orda ölürken bile Türk olduğunu; Ölümün zevkini bir süs gibi gönlünde taşır. Dirilerden daha çok orda şehitler dolaşır. Bu şehit ordusu varken kuramaz kimse pusu, Yurt için kan dökülür orda denizler dolusu. Günümüzden, düşünüp birçok asırlar geriyi Analım bin kere ölmüş o ölümsüz çeriyi: Ebedi yiğit! Adı yok şehit! Kefenin: Vatan... Tabutun: Cihan... Yaşıyor ünün. Düşünüp övün, Damarında kan Bir alev midir? Yaşaman: Roman; Ölümün:Şiir. Sana yok ne taş, Ne de bir mezar. Bu hayat: Savaş! Ebedi uzar. Eşit olduğun Şu güneş: Tuğun. Tabutun: Vatan, Mezarın: Cihan. Adı yok yiğit! Ebedi şehit! .. Onu anmakla görür Türk soyu gökçek Kömeni: Doludizgin yarışan Tanrıkut’un dört tümeni... Bin asır geçse de rastlanmaz onun bir eşine, Buyruk aldım diye ok fırlatıyor evdeşine... Bidev atlarla kılıp her yolu bir günde yarı Yıldırımlar gibi dağlardan aşan orduları... Saygı olsun bu çelik atlıların gök tuğuna, Tuğu kaldırmış olan orduların başbuğuna. O nasıl bir yürüyüştür, ne yiğitler katarı! Kun’u, Gök Türk’ü, Oğuz-Uygur’u, Kırgız’ı, Tatar’ı... O batırlar ki basıp bağra kucaklar ölümü. Özgelerden sakınıp kendine saklar ölümü. Her zaman öyle ağırdır ki yiğitlik kefesi, Kahramanlar gibi ölmek o günün felsefesi... Onların sanki başak canları... Durmaz, biçilir... Toprağın içkisidir kanları, al al içilir. Tarihin bir olağanüstü ve şahane işi Kür Şad’ın, Kül Tegin’in, Çağrı Beğ’in ok çekişi... Şubat 1964
|
|
Hüseyin Nihal Atsız
|
|
0 yorum:
Yorum Gönder